SAĞLIK EĞİTİMİSağlık Yönetimi

SAĞLIK SİSTEMİMİZDE PERSONEL HAREKETLİLİĞİ SORUNU (KAMU SEKTÖRÜ AÇISINDAN)

Doç. Dr. Haydar SUR – Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi-

Ülkemizin sağlık sisteminin “iflah olmayacağını” savunanların hemen hepsi buna gerekçe olarak personelin çalışma yerinin sık sık değiştirildiğini yani yüksek oranda personel hareketliliğini ileri sürerler. Gerçekten de gereksiz personel hareketliliği varsa bir sistemde verimsizlik kaçınılmazdır. Türkiye’deki sağlık sistemini düzlüğe çıkarmak için yapılması gereken pek çok şey vardır ama sağlık hizmetlerinin emek-yoğun bir hizmet türü olması, yani insan faktörüne sıkı sıkıya bağımlı olması bu yazıda ele alınan konunun ne kadar önemli bir sorun olduğunu bize anlatmaya yeter.

İnsan kaynakları sorunu, sağlık hizmetlerinde hem kamu sektörünün hem de özel sektörün (bize göre 1 numaralı) sorunudur. Bu sayıda kamu sektörü ele alınacak, önümüzdeki sayıda da özel sektördeki personel hareketliliği konusuna değinilecektir.

Türkiye’de bugünkü durumda genel anlamda personel figürasyonu açısından 2 yönlü bir kıskaç içindeyiz. Birincisi, uygun sayıda ve uygun nitelikte personelimiz yok. İkincisi, elde zaten kıt olan iyi yetişmiş kişilerin ülke çapında dengesiz dağıtımı ve kullanımı sözkonusu.

1.Uygun sayıda ve uygun nitelikte personel sorunu: Hizmetlerde personel ihtiyacı planlanırken bunun aslında ülkenin o sistemi ne ölçüde kullanacağına dayandırılması gerekmektedir. Ülkemizde sağlık personeli planlamasında Devlet Planlama Teşkilatı nüfusu esas almaktadır. Böylece kaç kişiye bir hekimin, hemşirenin, dişhekiminin vb. düştüğü, herbir hastane yatağına kaç kişilik nüfusun düştüğü gibi ölçütler kullanılmış olmaktadır. Bu yaklaşım sağlıklı değildir. Sağlık hizmetleri planlanırken sosyokültürel durumun gözönüne alınması gerektiği her zaman dile getirilen bir şeydir. Örnek olarak; Japonya’da bir kişi ortalama yılda 12 kez hekime muayene olmakta, yani sistemi kullanmaktadır. Bu durumda Japonya’daki poliklinik hizmetlerine ihtiyaç hesaplanırken ülke nüfusu 12 ile çarpılır. Ülkemizde bir vatandaşın yılda 2.2 kez ( o da sosyal sigortalı ise, değilse daha düşük) hekime muayene olduğunu görüyoruz. Sonuç olarak kaba nüfusa dayalı planlama yapmak bizi yanıltır. Hizmete olan ihtiyaç hesaplarına kullanımı da katmak gerekiyor. Bu yaklaşımla ülkemizdeki hekim sayısının birçok Avrupa ülkesinden daha fazla olduğunu görüyoruz.

İşyüküne dayalı insangücü ihtiyacının belirlenmesi adıyla Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü’nce bu konuya bir tarihte el atılmıştı(1994’lerde). Daha o zamanlar bu çalışmaların başarıya ulaşamayacağını herkes tahmin etmişti. Çünkü bu ülkede “tayin etme gücü” en geçerli politik yatırım aracı olarak hala etkisini sürdürmektedir. Bu gücü kullananlar, personel hareketliliğini azaltacak hiçbir kararın oluşmasına izin vermezler.

İhtiyaca uygun personelden bahsederken, hangi tür personel olduğunun tek tek belirtilip ihtiyacın belirlenmesi, yani kategorize edilmesi zorunludur. Sözgelişi, ülkemizde uzman hekim ihtiyacından değil, hangi branştan uzman hekim açığı bulunduğundan bahsedilmelidir. İç Hastalıkları, Genel Cerrahi gibi alanlarda açık ya hiç yoktur ya da minimal düzeydedir. Buna karşılık Anestezi ve Reanimasyon uzmanlarına şiddetle ihtiyaç vardır.

Sağlık hizmetlerinin modernleşmesiyle birlikte gelişmiş ülkelerde yeni yeni türeyen meslek grupları olmuş ve bunların görev tanımı, eğitim müfredatı, öğretim kurumları vb. iyice tanımlanmıştır. Türkiye’de var olan sağlık mesleklerinden birçoğunun görev tanımı günümüze uymamaktadır. Sözgelişi ebelerin enjeksiyon yapma yetkisi yoktur ama Sağlık Bakanlığı’nın köy ebeleri için UNİCEF’ten alıp dağıttığı ebe çantalarında enjektörler vardır. ABD’de orta ölçekte bir hastanede yaklaşık 800 değişik meslekten insan çalışmaktadır. Bizim ülkemizde sağlık mesleklerinin toplam sayısı 30 civarındadır. Zaten yetersiz olan mevzuatımız kimsenin umrunda değildir. İl Sağlık Müdürlüklerinden örnek verelim: Sağlık Müdür Yardımcılarının biri hariç – İdari ve Mali İşler Şubesi – diğer tüm şubelerinin sorumlusu Müdür Yardımcılarının hekim olması zorunluluğu vardır (bakınız; 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararname). Ama birçok ilimizde vilayet oluruyla ilgisiz insanların Müdür Yardımcılığına getirildiğini (içlerinde 2 yıllık okullardan mezun olanlar vardır) görmekteyiz. Eğer bu insanlar bu görevi yürütebiliyorlarsa mevzuatın ona göre yeniden düzenlenmesi gereği doğuyor. Bugünkü durumumuz kuralsızlığın hüküm sürdüğü en acınılacak durumdur.

2.Eldeki az sayıda iyi yetişmiş personelin dengesiz dağıtımı ve kullanımı: Bu sorun da en az birincisi kadar önem taşımaktadır ve bunun çözümü birincisinden de zordur. Çünkü burada kısa vadede oy getirisi olan bir durum sözkonusudur ve politik irade burada fazlasıyla ağırlıklı olarak “tecelli” etmektedir. Seçim olsun olmasın, kabine değişince veya üst düzey bir yetkili (Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı veya Genel Müdür) değişince, tüm Bakanlık – taşra ve merkez- hareketli bir dönem geçirir. Birçok sağlık personeli bir şekilde terfi etmenin peşine düşer. Ankara’ya ziyaretler furyası başlar. Sonuçta bazıları gerçekten de terfi eder. Politik kayırma veya cezalandırma dışında ikinci bir önemli etken de örgüt içi sürtüşmeler ve hesaplaşmalardır. Örgütte birbiriyle anlaşamayan yöneticiler olunca ( ki doğaldır ve bunun yönetilerek verimliliğe dönüştürülmesi gerekiyor) bunlardan hangisi kuvvetli çıkarsa diğerini örgütten uzaklaştırır. Her iki durum da hemen herkesçe biliniyor ama bunların oluşturduğu personel hareketlerinin ülkeye neler kaybettirdiğini kimse bilmek istemiyor.

Bunlardan başka bir de yöneticilerin ( tabii ki basiretsizlik nedeniyle) ellerindeki insangücünü tam olarak değerlendiremediğini, kimin ne konuda nasıl yararlı olabileceğini tam kestiremediğini görüyoruz. Hal böyle olunca kişiler bilgili ve becerili oldukları konularda değil neresi boşsa orada görevlendiriliyor. Ülkemiz bu durumun sayısız örnekleriyle doludur. Sözgelişi 1992 yılında Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi çerçevesinde ülkemizde ihtiyaç duyulan insangücü kalitesinin elde edilmesine öncülük amacıyla yaklaşık 20-25 kişiye yurtdışında eğitim bursu sağladı. Aynı amaçlı burslar için Nisan 2000’de mülakat sınavları yapıldığını görüyoruz. Genellikle böyle olmaz ama 1992’deki sınavlarda kayırma yapılmadı. Bunda zamanın Müsteşar Yardımcısı ve Proje Koordinatörü Dr. Serdar Savaş’ın emeği inkar edilemez. Bu sınavlarda yurtdışında burslu yüksek lisans eğitimi hakkını kazananlardan birisi de bu satırların yazarıdır. Eğitimlerin büyük bölümü İngiltere’de yapıldı. Döndüğümüzde ülkemiz için her türlü çalışmada bulunmaya hazır, en üst düzeyde motive olmuş gençlerdik. Ama hiç kimse aldığı eğitime uygun görevlerde istihdam edilmedi. Ben kentsel alanda sağlık hizmetlerinin planlanması, özellikle de Temel Sağlık Hizmetleri konusunda ağırlıklı dersler almıştım. Döndüğümde ilgili bölümde başkaları çalışıyordu ve Özel Hastanelerle ilgili sorumluluk tarafıma verilmişti. Halbuki yurtdışı eğitimini Hastane Yöneticiliği alanında yapmış 4 veya 5 kişi vardı. Bu arkadaşların hiçbiri hastane ile ilgili bir görevde değerlendirilmedi. Sözü edilen bu eğitimlerin ülkemize her kişi için yaklaşık maliyeti 35.000 $ olmuştur. Ülkemiz, kendi verdiği bursun bile peşine düşmeyen bir anlayışla yönetiliyor. Zaten Sağlık Bakanlığı’nın merkez teşkilatına bakınca da durum anlaşılıyor. Zaman zaman Çocuk Sağlığı Daire Başkanlığı’na Türkçe öğretmenlerinin, Ana Sağlığı Daire Başkanlığı’na Tarih öğretmenlerinin atandığına bile şahit olduk. Gidip baksak, Personel Genel Müdürlüğü’nde tek meziyeti “evrak tanzim etmek” olan onlarca kişinin çalıştığını görürüz. Bu insanlardan personel ihtiyacını belirleyip ona göre planlama yapmasını ve istihdamın da bununla uyumlandırılmasını beklemek biraz fazlaca ümitli davranmak olur. Yaklaşık 1.5 yılda bir Sağlık Bakanı eskiten bir ülkede yetki devri de yapılmamışsa, aklı başında bürokrat ve teknokratların yapacağı fazla bir şey kalmıyor. Halbuki Sağlık Bakanlığı’nda bilgi birikimi en üst düzeyde olan kişilerin sayısı hiç de yabana atılacak kadar az değildir. Bakanlığın raflarında ülkemizin sorunlarının tek tek ortaya konulduğu ve çözüm önerileriyle dolu onlarca rapor vardır. Ama rapor yazmakla iş bitmiyor. Politik kararın desteklemediği hiçbir teknik bilgi işe yaramıyor.

Genel anlamda personel hareketliliğinin fazla olması ve yanlış personel politikalarının ülkemizdeki sonuçları şunlar olmaktadır:

– bilgi ve beceri birikiminin oluşmaması,
– örgütsel kimlik ve bütünün parçası olma anlayışının yerleşmemesi,
– sağlık personeli açığı nedeniyle (aslında bazı gruplarda açık yok ama dengesiz dağıtım var) sürekli geçici görev karmaşası ve verimsizlikler, rapor almalar, savunma istemeler vb.
– personelin sisteme güvenini kaybetmesi ve huzursuzluk,
– motivasyon eksikliği,
– tabii ki, bu hızlı sirkülasyonun yol açtığı mali yük, harcırahlar, geçici görev yollukları, ikinci görev ödemeleri, ( sadece gelir olsun diye doğu illerinden her 2 yılda bir İzmir, İstanbul, Bursa gibi uzak illere tayin yaptıran ve beş-altı ay sonra geri dönen, böylece yüklü miktarda harcırah alan insanlar tanıyorum)
– klinik uygulamalarda özellikle hastalarla kişisel temas ve onları yakından tanımanın hizmetin kalitesi üstüne çok olumlu etkileri bulunmaktadır, hızlı sirkülasyon bunu da yok ediyor.

Gelecek sayıda özel sektörde personel hareketliliği konusunda buluşmak ümidiyle.