SAĞLIK EĞİTİMİSağlık Hukuku

ÖRNEK OLGULARLA SAĞLIK HİZMETİ SUNUMUNDA YAŞANAN HUKUKİ PROBLEMLER

Av.Halide SAVAŞ
Sağlık Kurumları Yönetimi Bilim Uzmanı

Sağlık hizmeti, bir çok uzmanın birlikte çalışması ile gerçekleştirilebilen zor ve riskli bir hizmettir. Sağlık hizmeti sunumu öncesinde, sırasında ve sonrasında hizmeti sunan ve alan tarafların dikkatli ve özenli olması gerekir.

Son yıllarda dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlık uygulamalarından kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların mahkemelere yansıdığını gözlemlemekteyiz. Yargıya yansıyan 120 tıbbi müdahale hatasını incelediğimiz “Yargıya Yansıyan Tıbbi Müdahale Hataları, Tıbbi Malpraktis, Tıbbi Davaların Seyri ve Sonuçları” isimli kitabımızda, sağlık hizmeti sunumunda yaşanan hukuki problemleri Yüksek Yargı Kararlarında aktarıldığışekli ile ilgililerle paylaştık. Bu makalemizde de kitabımızda yer alan ve Yüksek Yargı tarafından bozulan 8 adet ilk derece mahkemesi kararlarındaki örnek olguları ele almanın faydalı olacağını düşündük. Zira bu olgularda, dava dosyasındaki tıbbi bilirkişi raporları dikkate alınmayarak, hekim ve hastanenin sorumluluğunun kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

Yargıya yansıyan tıbbi müdahale hatalarını içeren kitabımızda incelediğimiz 120 kararın 72 tanesi Hukuk Mahkemeleri kararıdır. Bu kararların 5 tanesi “Onama”, 67 tanesi “Bozma” kararıdır. Bu bozma kararlarının bozma sebepleri arasında ilk sırada gelen bozma sebebi; “dosyadaki bilirkişi raporunun kabul edilemez olması” dır.

67 adet bozma kararından 34 tanesinde Yüksek Mahkemeler, dosyadaki bilirkişi raporlarının hükme esas alınacak nitelikte olmadığını; kabul edilemeyeceğini, belirttikten sonra, genel olarak iki davranışşekli sergilemişlerdir:

1. Red hükmüne dayanak yapılan rapor kabul edilemez. Mahkemenin davayı kabul etmesine ve tazminatı takdir etmesine yetecek kadar olgu ortaya çıkmış, davacının davası kabul edilmeli, başka bilirkişiye gerek yok, HÜKÜM KURULMALI.

2. TEKRAR BİLİRKİŞİYE GÖNDERİLİP, belli sorular özellikle sorulup, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli, tarafsız, olaya uygun RAPOR ALINMALI ve sonucuna göre karar verilmeli.

Yüksek Yargı, 34 karardan 8 tanesinde bilirkişi raporlarını kabul etmemiş ve başka bilirkişiye gitmeye de gerek duymadan kanaatine göre karar vermiştir. 34 karardan 18 tanesinde, üniversiteler dışındaki bilirkişilerden alınan raporları yetersiz bularak üniversiteden tekrar görüş istemiştir. Yarıdan fazla kararın üniversiteden görüş isteme yönünde bozulması üniversitelerin, tıbbi hata tazminat davalarında, bilirkişilik kurumu olarak daha çok tercih edildiği sonucunu çıkarmamıza yardımcı olur.

Dosyadaki bilirkişi raporunun kabul edilemez görülmesi sebebi ile bozulan 34 kararın, kabul edilemez raporu veren kurumlara ve sonuçlarına göre dağılımı aşağıdaki gibidir:

Tabloda da görülen, “Bilirkişi raporu kabul edilemez, hüküm kurulmalı”şeklinde sonuçlanan 8 adet karara konu olaylar ve karar sonuçları aşağıdaki gibidir:

1.KARAR

DAVACI İDDİASI

Davacı, burnundan rahat nefes alamadığı için muayene olduğu davalı doktorun önerisi ile 9.11.1995 tarihinde davalı tarafından ameliyat edildiğini, davalının ameliyat sırasında gerekli dikkat ve özeni göstermediğini, ameliyat sırasında kırılan iğne ucunu burnunda bıraktığı gibi, bu durumu kendisine haber vermediğini, ameliyat sonrası devam eden rahatsızlıkları konusunda da “allerjiden, geçer” diyerek kendisini oyaladığını, başka doktora muayene olduğunda durumu öğrendiğini, kırılan iğne ucunun ameliyatla çıkarıldığını bildirip, bu yüzden çektiği sıkıntı ve acılara karşılık manevi tazminatın olay tarihinden faiziyle davalıdan tahsilini istemiştir.

DAVALI SAVUNMASI

Davalı, davacının burnunda ameliyat sırasında kırılan iğne ucunu bulamadığı için çıkartamadığını durumu davacının eşine bildirdiğini, bilahare çekilen filimde kemiğe saplanmış olduğu görülen iğne ucunu çıkarmasına davacının izin vermediğini, olayın davacı sağlığına zararı olmadığını bildirip davanın reddini savunmuştur.

OLAY

Olayıda davacının, nefes almakta zorlandığı için KBB uzmanı olan davalı doktora muayene olup, davalının önerisi ile ameliyat olduğu, ameliyat sırasında doktorun burun içinde kırılan iğne ucunu tüm uğraşmalarına rağmen bulamayıp çıkaramadığı ve bu haliyle ameliyata son verdiği, durumdan davacı hastayı da haberdar etmediği; uzun süre kırık iğne ucu davacının burnunda kaldığı ve davacının rahatsızlık duyup davalıya başvurduğunda çekilen film sonucu durumu öğrendiği ve bilahare başka doktor tarafından ameliyatla iğne ucunun davacı burnunda çıkarıldığı taraflar arasında çekişmesizdir”.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mahkemece olayda davalının kusuru olmadığını bildiren Adli Tıp Kurumu raporuna dayanılarak davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Ameliyat sırasında kırılan iğne ucunu, tüm aramalara rağmen bulamadığını ve zorunlu olarak ameliyata son verdiğini, davalının davacıya ameliyat sonrası bildirmesi gerekirdi. Davacıda uzun süre vücudundaki kırık iğne ucu ile gezmek durumunda kalmazdı. Şu durum karşısında orta seviyede tedbirli bir doktorun aynı hal veşartlar altında göstereceği mutad ihtimam ve özenin, davalıya gösterilmediği açık olup, ihmal ve kusurunun kabulü zorunludur. Hal böyle olunca davacının ruh ve beden huzurunun bozulmadığını düşünmek kabil değildir. O nedenle olayda belirlenen özel hal veşartlar ile duyulan elem ve acıda gözönünde tutularak başkaca bir araştırmaya da gerek görülmeden davacı yararına BK. 47 ve MK. 4. maddeleri uyarınca değerlendirip hak ve nesafete, adalete uygun bir manevi tazminata mahkemece hükmedilmesi gerekirken, olayın en normal dikkat ve özen zorunluluğunu bir yana iten, dosyadaki olgulara uygun düşmeyen Adli Tıp Kurumu raporundaki görüş, HUMK. 275. maddesi hükmünde olarak benimsenip, yazılışekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir” (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2000/8590 K. 2000/9569 T. 6.11.2000) .

2.KARAR

DAVACI İDDİASI

Davacılar, müşterek çocuklarının, rahatsızlığı nedeniyle davalışirkete bağlı hastanede 20.9.1995 tarihinde ameliyat edildiğini, ancak ameliyatı gerçekleştiren doktorların hatası nedeniyle anestezik uygulamanın çocuğa göre fazla ve disiplinsiz olması sonucu çocuğun bitkisel yaşama girdiğini ileri sürerek fazlası saklı kalmak üzere maddi ve manevi tazminatın tüm davalılardan faiziyle birlikte tahsilini istemişlerdir.

DAVALI SAVUNMASI

Davalılar, genel anestezi uygulanan davacıların çocuklarının ameliyatının 40. dakikasında beyni yumuşatmak amacıyla verilen pentothal adlı ilaç nedeniyle arazlar oluştuğunu, bu olayın tıp uygulaması açısından karşılanması mutat nitelikte olan ve yapılan müdahalelerdeki herhangi bir kusura bağlanamayan bir komplikasyon olduğunu, kusurlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

OLAY

“Davacıların çocuğunun, davalı hastanede diğer davalılar tarafından ameliyat edildiği, ameliyat sırasında hastaya uygulanan pentothal adlı ilacın kullanılmasından sonra oluşan serabral hipoksinin neden olduğu nörolojik hasarın meydana geldiği ve yapılan tedaviye rağmen bu durumun giderilemediği, hastanınşifa bulmadığı tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu gibi, taraflar arasında da çekişmesizdir”.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mahkemece, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan alınan raporda davalıların kusurlarının bulunmadığının bildirildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Uyuşmazlığa uygulanması gereken bu hukuki kuralların ışığında, somut olaya baktığımız da, ameliyat sırasında tutulması gereken kayıtların tutulmaması, ameliyatla ilgili raporun 7-8 ay sonra tutulması, çocuk olan hastanın yaşı ve kilosu ile genel anestezi altında olduğu ve verilen ilaçların birbirini etkileyip hastaya daha fazla tesir edebileceği hususları nazara alınmadığı, dolayısı ile ameliyat sırasında doktorların gerekli dikkat, özen ve ciddiyeti göstermedikleri sabit olduğundan olayda davalı hastahane ve doktorların kusurlu olduklarının kabulü zorunludur. Bu açıklamalar ışığında doktorların kusurlu olmadıkları yolundaki rapor sonuçlarına itibar edilmeyerek, davalıların kusurlu olduklarının kabulü ile, davacıların maddi tazminata ilişkin talepleri açıklatılıp, delilleri sorulup, gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp belirlenip, talep doğrultusunda maddi tazminata ve uygun bir manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, mahkemece aksi düşüncelerle yazılışekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir” (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2004/12088 K. 2005/1728 T. 7.2.2005).

3.KARAR

DAVACI İDDİASI

Davacılar, çocuklarının olmaması nedeniyle davalı doktor H.C.Y.’e tedavi olduklarını ve tedavi sonucunda davacı G.G.’ün hamile kaldığını, hamilelik süresince de kontrollerin davalı doktor tarafından yapıldığını, davalı doktorun sezeryanla doğum teklifini kabul ettiklerini, davalı doktorun sezeryan ameliyatının diğer davalışirkete bağlı hastanede yapılmasına dair teklifinin de kendilerince kabul edildiğini, 1.11.1998 tarihinde hastahaneye giderek sezeryanla doğum ücretini de ödediklerini, ancak davalı doktorun hastahaneye çok geç geldiğini, davalı doktorun sezeryanla doğum yapılması hususunda anlaşmalarına rağmen normal doğum yaptırdığını ve ancak doğumunda 3 saat sürdüğünü, çocukta problem olmasına rağmen kendileriyle ilgilenilmediğini çocuğun doğum sırasında oksijensiz kalması ve beyine oksijen gitmemesi nedeniyle sakat kaldığını, doğumdan önce de cerrahi müdahaleye onay verdiğini, olayda davalıların kusurlu bulunduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir.

DAVALI SAVUNMASI

Davalılar, davacı Güler’in sezeryana ilişkin muvafakat belgesini imzalamadığını, doğumdan önce sezeryan yapılmasına dair teklifi de kabul etmediği gibi doğum esnasında vakum teklifini de kabul etmediklerini, olayda kusurlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

OLAY

“Davacı Güler G.’ün davalı doktor H. C. Y.’in tedavisi sonucu hamile kaldığı ve davalı doktor tarafından diğer davalışirkete bağlı hastahanede doğumun yapılması hususunda taraflar arasında anlaşma sağlandığı, 1.11.1998 tarihinde davacıların doğum için hastahaneye gittikleri ve davalı doktor tarafından doğumun gerçekleştirildiği, doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması (hipoksi) ve bebeğin rahim içinde sıkıntıda olması (fatal distreu) nedeniyle bebekte arızalar oluştuğu ve takiben hipoksi koşullarına ek olarak neontal sepsisin geliştiği ve bu nedenlerle çocukta fizik ve mental gerilik bulunduğu tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır”.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mahkemece, alınan Adli Tıp Kurumu raporları benimsenmek suretiyle, davacıların sezeryan ve vakum önerisini kabul etmedikleri ve davalıların olayda kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Hemen belirtmek gerekirki dosya içinde bulunan Adli Tıp Kurumu raporlarında davalı doktorun sezeryan ameliyatını ve doğum esnasında da vakum önerisini davacıların kabul etmemesi nedeniyle davalıların kusurlu bulunmadıkları kabul edilmiş olup, bunun aksi durumda davalıların kusurlu olduklarının kabulü zorunludur. Dosya içinde bulunan 1.11.1998 tarihli muvafakat belgesinde, davacı Güler’in hastalığının tedavisinin davalı doktor tarafından yapılmasına, lüzum görülen cerrahi ameliyatlara ve bu ameliyat sırasında zuhur eden diğer arızaların ve ihtilafların fenni zaruret görüldüğü takdirde cerrahi ameliyat yapılma suretiyle tedavisine muvafakat ettiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu belge davacı tarafından imzalanmayıp, davacı Güler’in yakını tarafından imzalanmış ise de, davacıların artık bu belge ile cerrahi ameliyat da dahil olmak üzere tüm cerrahi ve tıbbi müdahaleler hususunda muvafakatlerinin olduğunun kabulü gerekir. Hal böle olunca bu durumun tersine tezahür eden, davacının sezeryan ve vakum önerisini kabul etmediğinin de davalılar tarafından yazılı belgeyle ispatlanması gereklidir. Davalılar ise böyle bir yazılı belge sunmadıkları gibi, savunmalarını kanıtlayıcı yasal bir delil de ibraz etmiş değillerdir. Her ne kadar davalıların tanıkları davalıları doğrularşekilde beyanda bulunmuş iseler de, bu konuda tanık dinlenemeyeceğinden beyanlarına itibar edilemez. Mahkemece davalıların olayın vuku bulmasında kusurlu oldukları kabul edilmek suretiyle davacıların taleplerinin değerlendirilerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yazılışekilde davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir” (Yargıtay13. Hukuk Dairesi E.2006/16810 K.2007/1248 T. 05.02.2007).

4.KARAR

DAVACI İDDİASI

Davacı davalışirkete ait D.G.H.’nde diğer davalı doktor tarafından 14.05.2001 tarihinde katarakt ve göz içi mercek ameliyatı olduğunu, ameliyat sonrasında gözünde ağrı ve görme kaybı olduğunu, davalılaraşikayetlerini ilettiğini, ameliyatın kusursuz olduğunu bildirdiklerini, başka doktora müracaat ettiğini ve takılan lensin hatalı olduğunu öğrendiğini, gözünü kaybetme riski bulunduğunu, davalının gerekli ihtimamı göstermediğini, uğradığı maddi ve manevi zararın tazminini istemiştir.

DAVALI SAVUNMASI

Davalılar davacıya yapılan ameliyatın başarılı bir operasyon olduğunu, Sağlık Bakanlığı izni ile ithal edilen yumuşak ve en iyi lens takıldığını, kusurları bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir.

OLAY

Davalışirkete ait D.G.H.’nde diğer davalı doktor tarafından 14.05.2001 tarihinde davacıya katarakt ve göz içi mercek ameliyatı yapılmış ve ameliyat sonrasında gözde ağrı ve görme kaybı oluşmuştur.,

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mahkemece aldırılan 31.03.2006 tarihli Adli Tıp 3 ihtisas Kurulu raporunda; “1-Hastaya yapılan Fako ameliyatı ve yapay lens konulması işleminin tıbba ve fenne uygun olduğu, 2-Halihazırda bugün için bu tür yapay lenslerin fabrikasınca piyasalardan toplatıldığı artık satılmadığı ve ameliyatlarda kullanılmadığı, göze konulduktan sonra saydamlığını yitiren bu tür yapay lenslerin ameliyatla çıkarılıp yerine başka yapay lens konulabileceği, adı geçen lensteki bu arızanın dış kaynaklı fabrikasyon imalat hatasından kaynaklandığı…” bildirmiştir. Mahkemece de bu rapora itibar edilerek davalıların ameliyatta tıbbi kusuru bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Davalılar lenste fabrikasyon imalat hatası bulunduğuna dair gerekçeye itiraz etmediklerine göre davacıya takılan lensin ayıplı olduğu anlaşılmaktadır. Davalılar tarafından davacıya ameliyatla takılan lensin riskleri konusunda uyarıda bulunulduğu, yani aydınlatılmış rızasının alındığı yada hasta tarafından özellikle bu lensin takılması konusunda özel izin verildiği iddia ve ispat edilemediğine göre hastanın seçmeşansı bulunmayan davalılar tarafından temin edilerek davacıya taktıkları lensin davacı hastaya verdiği zararı tazminle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece davalının özen ve böyle bir ameliyatın olası riskleri konusunda aydınlatma kusuru dışında, olayda ve zararın meydana gelmesinde başkaca etmenlerin bulunup bulunmadığı üzerinde de durularak imalat hatası bulunan lensin davacıya verdiği zarar konusunda deliller toplanarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek yazılışekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir” (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E.2007/2942, K.2007/6736 T. 15.5.2007).

5.KARAR

DAVACI İDDİASI

Miras bırakanları Sabiha’nın acemice yapılan tıbbi müdahale nedeni ile öldüğünü ve bu sebeple davalının sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir.

DAVALI SAVUNMASI

Sabihanın ölüm sebebinin daha sonra oluşan septisemi olduğu, kendi eylemleri ile alakalı olmadığını, davanın reddi gerektiğini belirtmişlerdir.

OLAY

Davacıların miras bırakanı Sabiha’nın düşük yaptıktan sonra Plesante ( Eş ) in gelmemesi üzerine akrabaları tarafından kürtaj için davalı doktorun muayehanesine götürülerek ücret ödenmek suretiyle kürtaj yaptırıldığı kürtajdan hemen sonra doktorun hastayı evine gönderdiği kanamanın durmaması ve hastanın sağlık durumunun endişe verici bir hal alması üzerine yine davalı doktora başvurulduğu bu defa doktorun serum reçetesi yazarak özel bir hastane ismi vermek suretiyle oraya gitmesini bildirdiği, burada yapılan seruma rağmen iyileşme olmaması karşısında hastanın devlet hastanesine götürüldüğü ve kısa bir süre sonra hastanede öldüğü dosyada bulunan belge ve sair delillerden açıkça anlaşılmaktadır.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Dava reddedilmiş.

TEMYİZ MAKAMI (YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ ) KARARI

“…. Yüksek Sağlık Şurası’nın ilk raporunda ölümün acemice bir müdahaleden ileri geldiği belirtilmiş olmasına rağmen ikinci Şura raporunda ölüm sebebinin gerekçesiz olarak septisemiye bağlanmış olması bir çelişkidir. Davalı doktorun müteveffaya aletle müdahalede bulunduğu hakkında yeterli delil mevcut olduğuna göre Yüksek Sağlık Şurası raporları arasındaki çelişki halledilmeden ve kesin olarak verilmiş bulunan ilk rapor nazara alınmadan davanın reddini yasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

“Otopsi raporunda rahim mükazası ve rahim adalesinin ileri derecede parçalandığı ve parçalarının yer yer koptuğu ve bir elin parmaklarışeklinde saçaklı bir vaziyette harabiyete uğradığı, ölümün gerçek nedeni rahim mükozası ve rahim adalesinin ileri derecede parçalanarak harabiyete uğraması olduğu belirtilmiştir.

Yüksek Sağlık Şürası’nın 29.5.1968 gün ve 6170 sayılı raporunun ( 3 ) numaralı bendinde, olayın cereyan ettiğişehirde mütehassıs tabip bulunan Devlet Hastanesiyle hususi hastane bulunduğuna göre bilinmeyen veşüphelişartlar içinde usule gelen gayri tam bir sıkıt vakasına bu gibi vakaların büyük ölçüde muhtemel ihtilatları düşünülmeden ve gerekli müddet yatakta müşahade altında tutmadan sağlık kurumları dışında müdahale edilmesinin tedbirsizlik olduğu ve yine aynı raporun ( ı ) numaralı bendinde de mahallinde yapılan otopsi sırasında tesbit edilmiş olan rahim içi ensicesindeki harabiyete göre yapılan müdahalenin dikkatsizce ve acemice yapılmış bir müdahale olduğu açıklanmıştır.

Her ne kadar morg mütehassısı ile bilirkişi potoloğ tarafından düzenlenen 11.8.1965 günlü Adli Tıp Raporu ile Yüksek Sağlık Şurası’nın 28.5.1970 günlü raporlarında ölüm septismemiye bağlanmış ise de yukarıda ayrıntıları ile belirtilen olayların inkişafı ve özellikle otopsi sonuçları, ölümün davalı doktor tarafından tedbirsiz ve acemice yapılan kürtaj sonucu rahim mükozası ve adalelerinin ileri derecede harabiyete uğramasından ileri geldiğinin ve ilk nedenselliğin tedbirsiz ve acemice yapılan kürtaj ile bağlantılı olduğunun kesin delilleridir.

Kaldıki davalı doktorla müteveffa arasında kürtaj yapılması konusunda akdi bir bağ doğduğuna göre BK.nun 96. maddesi hükmü karşısında davalı doktor kendisine hiç bir kusur isnat edilemiyeceğini kanıtlamadıkça yaptığı işten doğan zararı tazmine mecburdur. Dosyadaki deliller davalı doktorun bu ispat yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılmasına elverişli nitelikte değildir.

Bu nedenlerle tazminat yönünden gerekli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1976/4-3596 K. 1978/696 T. 28.6.1978) .

6.KARAR

DAVACI İDDİASI

İntihar düşüncesi ile davalı özel hastaneye yatırılan Zeynep’in hastanedeki odasının penceresinden atlayarak ölmesi olayında gerekli dikkat ve özeni göstermeyen hastane idaresi ve hekim sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir.

DAVALI SAVUNMASI

Zeynep’in intiharında sorumluluklarının bulunmadığını.Gereken her türlü önlemin alındığını belirterek davanın reddini dilemişlerdir.

OLAY

“Dinlenen davacı tanıkları ile davalı tanıklarından, Amiral Bristol Hastahanesi görevlilerinden Dr. M. O., Dr. Z. Y.’in, Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Dr. E. M., Dr. G. D., hemşire H. A. D., A.K.’ın birbirlerini doğrulayan ifadelerinden, ayrıca, davalı Prof. Dr. T.G.’in 7.5.1984 tarihli oturumdaki sözlerinden ve hastahane günlük müşahade notlarından, ölen Zeynep K.’ün bir ruh hastası olduğu, ciddi ve kesin bir intihar teşşebbüsü ile tedavi ammacıyla davalı hastahaneye getirildiği, hastanın yanında özel bir hemşire görevlendirilmesinin zorunlu ve gerekli olmasışart olduğu halde, hastahanenin ihmali sonucu temin edilmediği, bunun üzerine hastanın yakınlarından H.K.’nın refakatçi kaldığı açıkça anlaşılmaktadır”.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine karar verilmiş.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Bu durum karşısında, ruhi bunalım içerisinde kesin intihar fikrine sahip olduğu, intiharı gerçekleştirmek için her an girişimde bulunabilecek fırsatları aradığı bilinen hastayı, davalı hastahanenin, uzman olmayan hastahane personeli dışında bir kişinin emniyetine teslim etmesi, koruyucu tedbirler almaması, en emin yolu tercih edip seçmemesi, halin icaplarının gerektirdiği bütün önlemleri almaması, dikkat ve özen göstermemesi hastanın özelliklerini gözönünde tutarak onu gereksiz riskler altına sokması; meslekişartları yerine getirmeksizin, hastanın durumuna değer verip, geniş bir deyimle tıp biliminin kurallarının gözetip uygulamadığını çok açık bir biçimde göstermektedir. Bu olguların doğal bir sonucu olarak davalının kusurunun varlığını kabul etmek zorunludur. Kaldı ki, davalı hastahane refakatçi seçimine ilişkin uzman olmayan davacıların arzularına uygun hareket etse dahi sorumluluktan kurtulacağı kabul edilemez. Kural olarak vekil sıfatıyla davalı her kusurdan sorumludur. Ortada basit bir ihmal de sözkonusu olmayıp, aşikar ve ağır bir hata vardır.

Davalı hastahanenin sorumluluğunu tayin ederken yargıç, olayların özelliğine uymayan, dayanakları gösterilmeyen ve özellikle kesin bir biçimde saptanan maddi olgular karşısında, inandırıcı olmaktan uzak bilirkişi raporu ile de bağlı değildir. Az yukarıda açıklanan delillerle mesleki kurallara uyulmadığı, zararın varlığı, zararla kurallara uymama arasındaki uygun illiyet bağı kanıtlanmış, davalı ise olayın gereklerine göre bir kusurunun oluşmadığını ispat edememiştir. Hal böyle olunca, mahkemece yapılacak iş tarafların sosyal ve ekonomik durumları, olayın meydana gelişşekli ve özellikle davalının sorumluluğunun ağır ve derecesi, davacıların ölen Zeynep’le akkrabalık durumları ve duygusal ilişkileri değerlendirilerek, davacılar yararına makul ve münasip bir manevi tazminata hükmetmekten ibarettir. Mahkemenin anlatılan yönleri gözden kaçırarak, davalı Amiral Bristol Hastahanesine açılan davayı reddetmesi Usule ve Yasaya aykırıdır. Hükmün bozulmasını gerektirir” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1986/13-640 K. 1987/701 T. 7.10.1987) .

7.KARAR

DAVACI İDDİASI

Davacı, davalı hastaneye böbrek ameliyatı olmak için anlaşarak yattığını, 20.4.1962 tarihinde davalı doktorun operasyonu tamamladığını, nevar ki, uzun yıllar ağrılarının kesilmemesi üzerine 22.7.1971 günü …Numune Hastanesi’nde tıbbi zorunlulukla ikinci defa ameliyat olduğunda, ilk ameliyat işleminde vücudunda ( 2 ) metre uzunluğunda gazlı tampon unutulduğunun, bezin alınması ile tesbit edildiğini, ancak bundan sonra sağlığına kavuştuğunu söz ederek maddi ve manevi giderim isteminde bulunmuştur.

DAVALI SAVUNMASI

Davalı doktor, zamanaşımı def’i ile kasıt ve ihmalinin olmadığını savunmuştur.

Davalı hastane vekili ameliyatı yapan Dr. ( Y.L )’nin müvekkili hastanenin görevli doktoru olmadığını, adam kullanan sıfatıyla çalıştırmadıklarını savunarak husumet yönünden davanın reddini dilemiştir.

OLAY

18.4.1962 tarihinde böbrek taşı ve böbrek kisti teşhisiyle …….. Hastanesi’ne yatırılan ve Op. Dr. ( Y.L. ) tarafından mefrektomi ameliyatı yapılarak 30.4.1962 tarihinde taburcu edilen davacı Servet’de, takriben 10 yıl sonra hipokondrium’da ağrılı birşişlik husule geldiğinden, 19.7.1972 tarihinde …….. Numune Hastanesi’nde yapılan ameliyatta, ilk ameliyetta unutulmuş ( 2 ) metre uzunluğunda gaz tamponunun çıkartıldığı, ancak bundan sonra sağlığına kavuşabildiği dosyadaki delillerle çok açık belirlenmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Mahkeme, doktorun ameliyat işleminde kusuru olmadığını içeren Yüksek Sağlık Şurası’nın görüşünü benimsemiş; hastane hakkında da BK. m. 55’in koşulları oluşmadığını kabulle her iki davalıya yönelik davayı red etmiştir.

TEMYİZ MAKAMI KARARI

“Bütün sorun, hekimin tıp kural ve gereklerine