Genel SağlıkHABERLER

İSTANBUL’DA “CİLALI” AİLE HEKİMLİĞİ DEVRİ

Aile hekimliği uygulaması, 30 Ekim 2010’da İstanbul’da da başlayacak. İstanbul Tabip Odası, eğitimlerde uygulamanın “cilalı” kısımlarının anlatıldığını ve hekimlerin alelacele bir tercih yapmaya zorlandığını ifade etti

İstanbul Tabip Odası, 13 milyon nüfusu ve karmaşık yapısıyla İstanbul’un aile hekimliğine dönüşümde bambaşka sorunları ortaya çıkaracağını bildirdi. Tabip Odası, 30 Ekim 2010 tarihinde İstanbul’da hayata geçecek olan aile hekimliği uygulaması ile birinci basamak sağlık hizmetlerinin bütün yükünün hekim ve sağlık çalışanlarının omzuna yıkılmak istendiğini savundu.

İstanbul Tabip Odasından yapılan açıklamada, İstanbul’da ekim ayında başlatılacağı ilan edilen aile hekimliği uygulaması için İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Aile Hekimliği 1. Aşama Uyum Eğitimleri’ne hız verildiği dile getirildi. Açıklamada, haziran sonu-temmuz başında seçme ve yerleştirmelerin yapılacağı belirtilerek, bir yanda eğitim merkezlerini çoğaltarak işleri hızlandıran İl Sağlık Müdürlüğünün, diğer yandan tek taraflı bilgilendirme ile hekimleri alelacele bir tercih yapmaya zorladığı ifade edildi.

Düşük maaşla hizmet sunan pratisyen hekimlere yıllık sözleşmelerle, 7 gün 24 saat güvencesiz çalışmanın dayatıldığı belirtilen açıklamada, verilen uyum eğitimlerinde aile hekimliği uygulamasının cilalı kısımlarının anlatıldığı, sağlık ocaklarını çökerten, pratisyen hekimliğe ve pratisyen hekimlere gerekli değeri vermeyen yöneticilerin, şimdi onlara “statü” ve “iyi koşullar” vaat ettiği bildirildi.

Açıklamada, “Diğer tarafta ise hangi kriterlere göre seçtiklerini açıklamadıkları eğitici kadrolarına yerleştirmelerde kullanılmak üzere yüksek hizmet puanları verilmektedir. Gelecekleri belirsizleştirilen hekimler, Tam Gün, Kamu Hastane Birlikleri, İş Yeri Hekimliği Yönetmelikleri ile yaratılan sıkışmışlık ortamında başka çare olmadığına inandırılmakta; hasta bakabilmek, reçete yazabilmek için aile hekimi olmaya zorlanmaktadır” denildi.

“İşletmeci anlayış dayatılacak”

Aile hekimliğinin, sağlık ocaklarını tamamen ortadan kaldırıp, mevcut bina, ekipman giderleri ve en önemlisi personel giderlerinin Sağlık Bakanlığı/Sosyal Güvenlik Kurumunun sırtından atma anlayışını taşıdığı dile getirildi. Birinci basamak hizmetlerinin kendisinin de güvencesiz sözleşmeli çalışacak olan aile hekimine işletmeci bir anlayışı dayatılarak devredildiği ifade edilen açıklamada, İstanbul’daki sağlık ocağı sayısının 560 civarında olduğu, aile hekimliği uygulaması ile aile sağlığı merkezi sayısının 900 civarında olacağı anımsatıldı.

Açıklamada şunlar kaydedildi:

“Hizmet içi eğitimler kapsamında uygulamalı eğitimlerin bu merkezlerde yapılacağı iddiası ile her merkezde üç aile hekimine karşılık bir aile hekimliği uzmanının istihdam edilmesi hedeflenmektedir. Yıllardır bu alanın sahibi pratisyen hekimlerce verilen birinci basamak hizmetlerinin, tüm uzman hekimlere açılması birinci basamak hekimliği/pratisyen hekimlik açısından başlı başına geriye götüren bir adımdır. Aile hekimliği sistemi haksız rekabet ortamı ve ücret eşitsizliği yaratacak; kâr amaçlı teknolojik yatırımlar bu eşitsizlikleri iyice artıracaktır. Askerlik, doğum gibi durumlarda aile hekimleri güvencesiz çalışmanın en ağır bedeli ile karşı karşıya kalacaklar; sözleşme feshi, işsizlik, yeniden aile hekimliği biriminde yer bulma çabası içine düşeceklerdir. Yıllık izin kullanma durumunda yerine bir aile hekimi görevlendirme yükümlülüğü hekimin omuzuna yıkılmaktadır. Hepsinden öte, tüm bu uygulamalar yapılırken hekimlerin fikri alınmamıştır.”

“Yüksek gelir, eski reel halini alacak”

İstanbul’un 13 milyonluk nüfusu ve karmaşık yapısıyla Türkiye’nin hiçbir iliyle kıyaslanamayacak bir metropol olduğuna dikkat çekilirken, gerek nüfus özellikleri gerekse yıllardır yeterli sayıda ve donanımda sağlık ocağı yapılanmasının gerçekleştirilmemiş olmasının aile hekimliğine dönüşümde bambaşka sorunları ortaya çıkardığı dile getirildi.

İstanbul’da birinci basamak sağlık hizmetlerinin bütün yükünün diğer illerde görülmedik bir biçimde hekimlerin ve sağlık çalışanlarının omuzuna yıkılmak istendiği savunulurken, hekimlerin bir tercihle değil, dayatma ile karşı karşıya oldukları vurgulandı. Açıklamada, şunlar dile getirildi:

“Bu sistemin iş güvencemizi ortadan kaldıracağı, mesleki bağımsızlığımızı, ekip dayanışma ruhunu kaybettireceği açıktır. Mesleki değerlerimizi koruyabileceğimiz, emeğimizin hakkını alabileceğimiz güvenceli bir hekimlik mümkündür. Hekimlerin hak ettikleri bir ücrete kavuşmaları ve halkın başta koruyucu sağlık hizmetleri olmak üzere birinci basamak sağlık hizmetlerine erişiminin kolaylaştırılmasının ön koşulu hekimlerin güvencesiz çalıştırılması olmamalıdır. Rekabet ve yarışmaya dayalı, tüketimi kışkırtan hizmet sunma modellerinin başlangıçta güvencesiz çalıştırmayı benimsetmek için sunduğu görece “yüksek gelir” uygulamasının daha sonra nasıl bir seyir izlediği, ülkemiz Telekom ve banka özelleştirmeleri süreçlerinde herkes tarafından görülmüştür. Görece ‘yüksek gelir’ hızla eski reel halini almış, ancak çalışma koşullarındaki hak kayıpları, insan takatini zorlayan tempo, çalışma ilişkilerindeki erozyon geriye dönüşsüz olarak yerleşik bir hal almıştır. Gerek hekimliğin gerekse sağlık hizmetinin doğasının bu çalı
ştırma biçimine aykırı olacağı ve hekim-hasta ilişkisinin sürekli kâr, yarışma, rekabet ve tüketime dayalı olarak sürdürülebilmesinin olanaklı olmadığı görülecektir”.