SAĞLIK EĞİTİMİSağlık Yönetimi

GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE HEKİMLER VE HASTALARIN BİLGİLENDİRİLME HAKKI ÜZERİNE

Doç. Dr. Haydar SUR – Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi

Sağlık hizmetlerinin önemli bir bölümünü tedavi edici hizmetler oluşturmaktadır ve tedavi hizmetlerinin doğası gereği klinikteki ve hastanedeki uygulamalar burada dominant olmaktadır. Tedavi hizmetlerinin verilişinde-ister kabul edelim ister etmeyelim- önemli eksikliklerimiz bulunuyor. Hizmetin verilişindeki bu eksiklikler 3 noktadan kaynaklanıyor olabilir:
1. Sistemin kendi yapısının doğurduğu açmazlardan,
2. Hizmeti sunanların bilgi-tutum-davranışlarından
3. Hizmeti alanların bilgi-tutum-davranışlarından.

Ülkemizde klinik hizmetlerin sunuluşundaki sancılı durumlar (çok sıktır) incelendiğinde, aslında bunların her üçünün de sistemimizin acıklı durumuna sürekli olarak katkıda bulunduğu görülecektir. Bu nedenle üçlü bir yazı dizisi olarak düşünülmüş olan bu dizinin ilkini hizmeti sunanların olumsuz davranışlarına ayırmak gereğini duyduk. Bu yazıda hekimler yazının başlığı olmuştur ama klinik uygulamalar konu edildiğine göre yazıya konu olan sağlık meslekleri arasına hekimlik, hemşirelik, laboratuvar teknisyenliği gibi mesleklerin yanında sağlıkçı olmasalar da klinikte görev yapan mücaat sorumluları, vezne memurları ve hatta hastabakıcılarla temizlik elemanları da girmektedir. Yazının en önemli varsayımı (ülkemizde hekimlikte, hemşirelikte ve laboratuvar teknisyenliğinde hiç bilimsel hata/ihmal/kasıt yapılmadığı varsayımıdır ve aslında herkes biliyor ki bu varsayım kesinlikle yanlıştır. Çünkü ülkemizde bu varsayımı yanlış çıkaracak o kadar çok olguyla karşılaşılıyor ki bunların basit bir insani hata sınırları içinde sayılmasına olanak yoktur. Başka bir deyişle gerçekte durum burada anlatılandan da vahimdir.

Klinikte hastayla yüzyüze çalışmak ek sorumluluk demektir

Tıp fakültelerinde yürütülen eğitimin bilimi ne kadar uygulanabilir bir şekilde öğrencilere aktardığı çok tartışılması gereken bir konudur ve ben bunun ülkemizin sağlık sistemindeki belli başlı sorunların ana kaynaklarından biri olduğunu düşünüyorum. Öğrencilere bilimsel düşünme yöntemleri verilmeye çalışılıyor. Ama öyle bir bilgi yükleme yoluna gidiliyor ki bunun ne derece kullanılır olduğuna artık kimsenin aldırdığı yok. Meslek öncesi eğitimin nasıl olması gerektiğinin ayrıntılı olarak tartışıldığı platformlar vardır ve bu konuyu sürekli ele almakta olan kişilerden dinlemek/okumak daha yararlı olacaktır. Burada bizim ele aldığımız sistem içinde faaliyet gösteren bir hekimin öğrenim dağarcığı ne olursa olsun bazı şeyleri de kendisinin meslekiçi uygulamalardan öğrenip eksikliklerini gidermeye çalışma eğiliminde bulunup bulunmadığıdır.

Bir hekim için birbirinin ayrılmaz parçası olan iki kavramın (hasta hakları ve hekim hakları) en ince ayrıntılarıyla biliniyor ve uygulanıyor olması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Hekimler arasında yaygın olan bir yanlış kanıya göre hasta ve hekim hakları birbiriyle çelişkilidir. Bu kanı niçin yanlıştır? Yanıtı çok kesin: İnsanlar hasta olmasaydı hekimlik de olmazdı, sağlık zarar görebilen bir cevher olmasaydı sağlık hizmetleri de olmazdı. Yani bir bütünü oluşturan iki unsurun birbiriyle çelişmesinin ne gibi gerekçeleri olabilir? (Dikkat! Maddi kaygılar!) Tabii ki hizmeti alan bundan memnun kalmadıkça hizmeti sunanların kapısını aşındırmaya devam edecektir. Hasta beklentilerinin yanlış yönlendirildiği bir ülkede hekimlerin hastalardan gelen yanlış talep ve beklentileri hoş karşılamak ve bunu uygun şekilde yönetmek gibi ek bir sorumlulukları doğmaktadır. Bunu kabullenmek istemeyen hekimler hırçınlaşmakta ve istemediği halde birçok kez hastasına veya yakınına sert davranmaktadır.

İyi hekimlik yalnızca bilime uygun işlem yapmaktan ibaret değildir

Kaldı ki herhangibir sağlık sorunu karşısında çözüm önerileri üstünde bilim adamlarınca uzlaşıldığı çok seyrek durum vardır. Alternatifleri her zaman düşünmek durumundayız. A hastası için bir yol uygun olabilirken, aynı hastalığa sahip B hastasının o çözümden hiç mutlu olmayacağını gözardı etmeyelim. Nihai çözüm kararına hastaların ya da hizmeti kullananların da katılması gerekiyor. Hekimlikte, bu mesleğin tarihinden uzanıp gelen herşeyi bilen bir hekim anlayışının artık rafa kaldırılması zamanı geldi. Bu anlayış, bizi hastaya karşı zor bir duruma sokabilir. Hastası adına düşünen, onun için en iyinin ne olduğunu hastasından daha iyi bilen, birçok zaman kendisini Tabip Odası’na bile hesap vermekten muaf gören, klinikte üç-beş hastada elde ettiğini sandığı “kendi tecrübeleri”nden başka bilimsel kanıta ihtiyaç duymayan bir hekim tipi ülkemizde hala hegemonyasını sürdürmektedir. Bu hekim hastasına yalnızca ilaçları günde kaç kere alacağını (onu da bir kez) tarif eder, hasta anlamazsa kızar, “git eczacı sana anlatsın” der. Hasta veya yakını kendisine uygulanacak olan tedavi yöntemini/ ameliyatı daha ayrıntılı olarak öğrenmek isterse, bu uygulamanın olası ters sonuçları ve olası getirileri konusunda konuşmak isterse bunu kendisine yapılmış en büyük hakaret sayar. Bu durumu açıklarken de komplikasyonları anlatsam hiçbir hasta ameliyat olmaya razı olmaz diye savunma yapar. Bu savunmanın iler-tutar tarafı yok. Görüşlerinden her zaman yararlandığım Doç. Dr. Levent Akın geçenlerde bir konuşmamızda buna değindi ve ikna etmek fiilinin bir hekim için çok tehlikeli bir işlem olduğunu, hekimin durumu ortaya koyarak gerektiğinde hastanın karara varmasına yardımcı olmaktan öte bir sorumluluğu bulunmadığını ve ikna etmeye çalıştıkça etik ve pratik birçok sorunların ortaya çıkabileceğini belirtti. Yerden göğe kadar haklı. İyi hekimlik yalnızca bilimsel olanı doğru yapmaktan ibaret değildir. İnsanla uğraşıyorsunuz. Stetoskobu soğukken ısıtmadan hastanın vücuduna dayayıp onu ürpertmeye bile hakkımız yoktur. Hastaya ne gibi enjeksiyon, serum, kateter vb. uygulamaların yapılacağı önceden biliniyorsa bunların mutlaka hekim tarafından açıklanması gereklidir. Çünkü bu işlemlere karar veren hekimdir ve hasta kendisine uygulanacak bu yöntemlerin bazılarını reddetme hakkını elinde bulundurmalı ve bu reddedişin olası sonuçlarını hekimden öğrenmelidir. Ayrıca belirsizlik durumları da uygun şekilde hastaya açıklanmalıdır.

Hasta insandır, bilgilendirilmek ister

Hastaya gün boyu başına neler geleceği, kendisinden nelerin niçin istendiği sonunda maceranın nereye varacağı konusunda açıklamalar yapmaktan kaçınmanın hiçbir savunulacak yanı yoktur. Evet, hekimlik uygulamalarında hiçbir şey kesin değildir ve beklendik/beklenmedik durumlar ortaya çıkabilir. Ama hastaya karşı taahhüt altına girmek başka, durum hakkında bilgi vermek başka şeydir. Aç karnına sabah sekizde gel dediğiniz kişinin sırası öğleyin saat birde hala gelmemişse (benim başıma geçen gün anlı-şanlı bir hastanede geldi- hem de hekim olduğumu bildikleri halde öğleyin saat bire kadar aç-acına beklettiler, artık ne kadar bekletileceğime dair üçüncü kez soruyordum ve doktorlar yemeğe gitti geldiklerinde tekrar başlayacaklar bilgisini kişilerin ağzından söke söke aldım ve benim gibi bekleyen en az 30 kişinin hiçbirinin kalan işlemlerinin açlıkla- toklukla bir ilgisi yoktu, ama hiçkimse “biz yarım saatliğine yemeğe gidiyoruz, işlemleri durdurduk, bu arada siz de gidip birşeyler yiyebilirsiniz” demek gereği duymadı). Hastalara yemek zamanı geldiğini ve bu nedenle yarım saatliğine işlemlere ara verildiğini açıklamanın, onların da insan olduğu için birşeyler yemek için bu zamanı kullanabilmesini sağlamanın devletin sağlık hizmetlerine bütçeden ayırdığı payla bir ilgisi yok. Bu düpedüz mesleki ahlak ve insanlık sorunudur.

İyi hizmet burda başlar ve biter

Sağlık hizmetlerinin en büyük amacı kişilerin yaşamına katkıda bulunmaktır. Yaşam süresini uzatamadığı zamanlarda sağlıkçılar, özellikle de uygulanacak tedaviyi belirlerken hekimler, yaşamın kalitesine katkıda bulunmaya çalışır. Süreyi her zaman uzatamayabilirsiniz, ama sağlıkçıların yaşamın kalitesine her zaman bir katkısı olabilir, olmalıdır. Yaşamın kalitesi denince bu kavramı hasta, refakatçi veya ziyaretçi kim olursa olsun, kuruma gelen herkesin yaşamı olarak alıyorum. Adımını attığı andan itibaren hizmet almaya gelenlerin başına nelerin gelebileceğini düşünmekten tutun, yıllarca hastaneye gelip gidecek, evince yatacak – hatta ölecek – yani sistemi uzun süre kullanacak kişilerin durumuna kadar uzanan bir yelpazede düşünmek zorundayız. İşin uzadığı durumlarda – ki çok doğaldır olabilir- bunun uzadığını hastanın da bilmek ve ona göre kendisini ayarlamak hakkıdır. Artık herkesin telefonu cebindedir. İşyerinde bekleyenleri, ailesinde bekleyenleri, öğleden sonra alınan uçak biletlerini, vb. yok sayamazsınız.

Hastaneye geliyorsan o gün başka randevu alma, başka iş planlama

Böyle düşünülüyor. O zaman, bize diyecek bir şey kalmıyor. Çekilen acıların ve sıkıntıların hesabı olamaz ama ülkelerin ekonomisi üstüne hastalıkların ve erken ölümlerin verdiği zararlar, hastanelerle/ sağlık kuruluşlarıyla bağlantılı işe ve okula devamsızlıklar ince ince ele alınıyor, bunların ekonomik kayıpları hesap edilebiliyor. Gelişmiş ülkeler bunları en aza indirecek formuller üstünde çalışadursunlar, biz de belki 20 yıl sonra bunlara kafa yormaya başlarız.

İnsancıllık Temeldir

Hizmet ne kadar bilime uygun olursa olsun insancıl bir anlayışla verilmezse bunun bir kıymeti kalmaz. Bazı özel sektör uygulamalarının ayakta kalabilmesi için resmi kurumlarda hastalara kasten kötü davranıldığı yolundaki inanış da tamamen yersiz değildir. Ülkemizde hastalarına hekimlerin kötü davranmalarını ele alan bir çalışma yapılmamıştır ve buna ilişkin tahminler her zaman yalnızca kaba bir tahmin olabilir. Ben, kötü davranmaların aslında mali kaygıyı hiç önemsemeyen iyi niyetli grubun (şüphesiz iyi niyetten, belki de başka bir hastasının hakkını korumak adına) daha büyük sıklıkla içine düştüğü bir hata olduğunu düşünüyorum. Bizim yaptığımız saha çalışmalarında hasta memnuniyetini en fazla etkileyen faktörün hastaya hekim ve diğer sağlıkçıların iyi davranma derecesi olduğu sonucu çıkmıştır. Bu aynı zamanda sağlık çalışanları için de böyledir. Kişiler saygı gördükleri yerlerde daha az ücretle çalışmaya uzun süre dayanabilirler. Ama “kötü muamele” gördükleri yerden işsiz kalma pahasına hemen ayrılırlar. Bizi en mutsuz eden şey onursuz durumlara düşmektir ve bu durum hastalarımız için de böyledir.

Sistemin Olumsuzlukları Hekimle Hastayı Karşı Karşıya Bırakıyor

Bu sav kesinlikle doğrudur. Bunu birçok kişi ele aldı, bu konuda raporlar, görüşler yayınladı. Gerçekten de sistemin açmazları sonunda hekimin ve hemşirenin karşısına dikilip kalmaktadır. Bizim burada konuşmaya çalıştığımız, bunlara karşın yine de hastayla karşı karşıya gelinmeyebilir ve buna hekimlerin yapıcı yönden yaklaşmaları gerekir. Şöyle yargıları pekiştiren hekimlere ne demeli?
q Hekimler onbuçukta gelip onikide kaçarlar. Muayenehanelerine gitmekten başka çare yok.
q Gece nöbette bir aylık asistanlardan başka kimseyi bulamazsın.
q Hocaya ayrıca görünmezsek ameliyatta hastaya elini sürmüyor.
q Hocalar vakıf hastanesi kurdular. Artık fakültede muayene de yapmıyorlar, ameliyat da. Hatta vizite bile gelmiyorlar.
q (Anadolu kentlerindeki hastaneler için) On yıldır okuyorum, artık şimdi para kazanmak zamanı diyor. Devlet hastanesindeki işlemler için de bıçak parası istiyor.

Bu örnekleri halkımız hayalden uydurmadı herhalde. Ancak, bu kötü olguların ortaya çıkmasına sistemin kötü zemininin izin verdiği ve önüne geçmenin de bu yolla olacağı akıldan çıkarılmamalıdır.

Siz hiç geceyarısı hastanızı hastanede bırakıp ilaç veya tıbbi malzeme aradınız mı?

Eğer başınıza böyle bir şey gelmediyse bunun ne kadar çileli, yorucu, kaygı verici bir çaba gerektirdiğini asla anlayamazsınız. Her gece şehrin bir ucundan bir ucuna ilaç veya malzeme arayarak dolaşan birileri vardır. Hele hele acil servislerde kullanılması olası her malzeme ve ilacın el altında bulundurulması, bittikçe yerine yenisinin otomatik olarak konulduğu bir sistemin oluşturulması ve hasta sahiplerinin kapının önünde bekleyen sismsarların kucağından kurtarılması çok mu zor bir iştir? Hayır. Hastane yönetimlerinin burada aklında yatan endişeler az-çok tahmin edilebilir: malzemenin parası sonunda hastadan alınamayabiliyor. Bu nedenle hastaneler aldırabildiği kadar malzeme ve ilacı hasta sahiplerinin kendilerine aldırmaya çalışıyor. Burada başka bir tedbir politikası da inceden inceye bize göz kırpmaktadır. Sahipsiz ve çok yoksul hastalara kullanmak için biraz da fazla aldırırsın. (Buraya kadar güzel; ama bu çözümler kişisel keyfiyete kalmış durumda) Ya hastalara fazladan malzeme aldırır ve bunları da ertesi gün malzemeciye satarsak? Bu durumda bunları kim denetleyecek?