SAĞLIK EĞİTİMİSağlık Eğitimi

SAĞLIK VE HASTALIK KAVRAMLARI

Sağlık

Sağlık tanımı, hemen her yerde “hasta olmama” anlamında, hastalık kavramı ile bağlantılı, yani negatif bir mesaj verecekşekilde yapılmaktadır. Buna uygun olarak bugün egemen olan batı tıbbındaki gelişmeler, hep var olan hastalıkların nedenlerini açıklama çabaları sonucu olmuştur. Özellikle son yüzyıldaki tıp bilimi ve teknolojisindeki gelişmeler sayesinde hastalıklara ilişkin engin bir bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu bilgi birikimi doğrultusunda örgütlenen ve verilen “sağlık hizmetleri”nin ne derece “sağlık”la ilgili olduğu, üzerinde durmaya değer bir konudur. Çünkü, aslında bu hizmetler büyük ölçüde “hastalıkların”, hatta “hasta olan kişilerin” tedavisi ile, nedeni bilinen bazı hastalıkları önleme çabalarından başka birşey değildir.

Tıptaki gelişmeler bazı hastalıkların nedenlerini açıklayıp tedavi etse de bunların yerine yeni “ölüm nedenleri” çıkmakta ve dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde artık insanlar bulaşıcı hastalıklardan değil de, örneğin, kalp-damar hastalıklarından, kanserlerden, yaşam biçimlerine bağlı sorunlardan, çevre kirliliğinden ya da yoksulluğa bağlı hastalıklardan ölmektedir. Bu durum karşısında pek çok ülke “sağlık hizmetleri” kavramını gözden geçirmektedir. Sağlık hizmetlerinin ve politikalarının yeni birşekle kavuşturulması gereği sonucu Dünya Sağlık Örgütü, 2000 yılında herkesin sağlıklı yaşaması için gerekli olan hedefleri ve stratejileri tanımlamıştır. Bu hedef ve stratejilerin en belirgin yönü, “sağlığın geliştirilmesi” anlamında pozitif mesajlara yer verilmiş olmasıdır.

Modern batı tıbbının felsefesini inceleyen bazı yazarlara göre “sağlık” kavramının “hastalık” kavramına bağımlı olarak tanımlanması yanlıştır. Sağlık ve hastalık birbirinin simetriği olamaz, çünkü, pek çok hastalık var iken bir tek sağlık bulunmaktadır. Bu nedenle insanların hastalıklarının nedenlerini bulmak ve hastalıklarını tedavi etmenin yanısıra ve belki de bundan daha önemli olan, sağlıklı olmanın temellerini tanımlamak ve sağlığı geliştirici çabalar harcamaktır.

Özellikle son yüzyıldaki sağlık istatistikleri incelendiğinde, örneğin, bulaşıcı hastalık görülme sıklığı ve ölümlerinin bile tıptaki gelişmelerden oldukça bağımsız olarak azalmış olması, yeni çıkan hastalıklardan çevreye ilişkin etkenler ile yaşama biçimlerinin sorumlu olması, sağlık-hastalık kavramlarının yeniden ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir.

Çeşitli yazarların vurguladığı gibi, artık tıp ve sağlık bilimlerinde biyolojik paradigmanın yerini, sosyoekolojik paradigma almaya başlamıştır,. Modern batı tıbbının dayandığı, biyomedikal yaklaşımın yetersiz kaldığı görülmekte, yerine psikososyal ve ekolojik bir yaklaşımın gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Aslında batı tıbbının kaynağını oluşturan Hipokratik düşünce ile doğuda gelişen geleneksel Çin tıbbının temelinde zaten benzer bir yaklaşım yüzyıllardır bulunmaktadır.

Hipokratik yaklaşıma göre sağlık ve iyilik hali, insanın çevresindeki ısı, rüzgar, toprak, yiyecekler ile kendisine ait olan yeme-içme alışkanlıkları, cinsel yaşam, çalışma ortamı gibi bir dizi özelşartlar arasındaki dengeden oluşmaktadır. İnsanın çevresi ile etkileşimine bağlı olarak kurulan iç dengesi, dört sıvı ile -kan, balgam, sarı safra ve siyah safra ile kendini göstermektedir . Bu ilişkiye, çok daha önceki dönemde doğuda gelişen geleneksel Çin tıbbında da rastlanmaktadır.

Çin düşüncesine göre insan vücudu birbirini tamamlayan ve çevre ile dinamik denge içinde bulunan bir dizi sistemden oluşmaktadır. Kötü beslenme, yetersiz uyku, yetersiz hareket ve aile içi, toplum içi uyumsuzluklar dengeyi bozmakta, hastalıklara neden olmaktadır.

İnsanlık tarihindeki bu bilgilerin bunca geçmişi bulunmasına rağmen özellikle son birkaç yüzyıl içerisinde dünyayı, yaşamı ve insanları açıklama çabalarında mekanik bir yaklaşım egemen olmuştur. Pozitif bilimlerin önem kazanması nedeniyle evren, tüm canlılar ve insan vücudu bir tür makina gibi ele alınmış, işleyiş mekanizmaları matematik kuralları ile açıklanmaya çalışılmış, insanın çevresi, zihni ve bedeni ile olan bütünlüğü gözardı edilmiştir. Başka bir deyişle, hastalıklar, bir tür makina olan insan vücudunda “makinanın arıza yapmasıdır, hekimin görevi bu makinayı tamir etmektir”5.

Çağdaş filozoflardan Foucault’ya göre, modern tıbbın en büyük yanılgısı insan vücudunu, dokularını ve hücrelerini incelerken üç boyutlu olarak ele almasıdır . Feyerabend ve İllich gibi sağlık ve tıp felsefesi konularında hayli kafa yormuş olan yazarlara göre bugünkü batı tıbbı uygulamaları tam bir faciadır,.

Bugün artık, insan sağlığı ile hastalıkları açıklamada biyolojik ve mekanik yaklaşımın çok yetersiz kaldığı, sağlıkla ilgili neden-sonuç ilişkilerinde matematiksel modellerin işe yaramadığı bilinmektedir. Halen egemen olan Galilean yaklaşıma göre bile neden-sonuç ilişkisini çok basit olarak en az dört farklı biçimde ele almak gerekmektedir. Buna göre, bir “neden” için “gereklilik” ve “yeterlilik” söz konusudur. Bir sonucun ortaya çıkması için bir neden a.hem gerekli hem de yeterli, b.gerekli ama yetersiz, c.gereksiz ama yeterli, d.hem gereksiz hem de yetersiz olabilir. Hastalık oluşumu için “a” ya uygun olarak hem yeterli hem de gerekli nedenleri bugünkü tıp bilimi ne yazık ki kolaylıkla bulamamaktadır.

Neden-sonuç ilişkisinin göreceli olarak en kesin olduğu enfeksiyon hastalıklarında bile, enfeksiyon etkeninin vücutta bulunması her zaman hastalığa neden olmamaktadır. Etkenin neden olduğu iddia edilen hastalığın ortaya çıkması için kişinin bağışıklık durumunun, bunu etkileyen beslenme durumunun önemi vardır. Öte yandan, örneğin beslenme durumu, kişinin ekonomik ve eğitim durumu ile, kültürü ile yakından ilişkilidir.

Tıp bilimi açısından umutsuz olan ve ölmesi beklenen bazı kanser vakalarının yaşamayı sürdürmesi, bilimsel olarak kurtarılmış olan kişilerin aniden ölmesini açıklamak hayli zordur.

Son yıllarda önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş olan kalp-damar hastalıklarının temelinde, yüksek kan basıncı, aşırı kilo, yüksek serum kolesterolü, sigara içme alışkanlığı ve fizik egzersiz eksikliği gibi çok çeşitli etkenlerin bulunduğu gösterilmiştir.

ABD’de yapılan 9 yıllık bir izlem araştırmasında, tüm nedenlerden dolayı olan ölümlerin, sigara içme, aşırı alkol kullanımı, fiziksel aktivite eksikliği, aşırı kilo-şişmanlık ve günde sekiz saatten daha az uyku gibi yaşam biçimleri ile yakından ilişkili olduğu saptanmıştır. Aynı araştırmada, ölümlülük ile sosyal bağların yaygınlığı ve bu bağların niteliği arasında da önemli ilişki bulunmuştur.

Tüm bu bulgu, bilgi ve gözlemler sağlık ve hastalık kavramlarının çok değişkenli, sosyoekolojik konular olduğunun kanıtıdır. İlk kez 19. yüzyıl ortalarında ortaya atılan tıbbın sosyal bir bilim sayılması gerçeği artık daha çok taraftar bulmakta ve sağlık konularına bakış açısı değişmektedir.

Bugün yaygın olarak kullanılan sağlık tanımı, Dünya Sağlık Örgütü kuruluş yasasında yer alan tanımdır. Buna göre, “Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir “.

Bu tanımda “iyilik” kavramını açıklama güçlüğünün yanısıra, “tam”ın nasıl ölçüleceği, cevabı zor olan bir sorudur. Öte yandan sağlığın “hal” olarak görülmesi, kişinin görev sorumluluğunu azaltarak statik bir duruma indirgemektedir. Bunlara rağmen tanımda yer alan “sosyal” iyilik kavramı önemli bir gelişme olarak görülmelidir.

Sağlık, kavramını tanımlamaktan öte iyi anlayabilmek için sağlığı olumlu yönde destekleyen çeşitli etkenler (sağlık kaynakları) ile olumsuz yönde etkileyen koşullar ve etkenleri (sağlık riskleri) tanımak gerekir.

Hastalık

Sağlık tanımında yer alan “hastalık hali” üzerinde de durmak ve açıklık getirmek gerekir. Hastalık halini en azından üç farklı açıdan ele almak mümkündür.

İlk olarak tıp bilimi açısından hastalık, vücuttaki çeşitli organlara ilişkin ölçülebilen, objektif bazı belirti ve bulgularla tanımlanabilen bozukluklar anlamına gelir.

İkinci olarak, kişi açısından hastalık, subjektif bir durumdur ve bedende ya da ruhsal durumdaki olağan dışı değişiklik ve hisleri, rahatsızlıkları ifade eder.

Son olarak hastalık, kendisini hasta hisseden, ya da hekim tarafından hastalık tanısı konulmuş olan kişiden beklenen davranış biçimi, bir tür sosyal roldür. Nitekim hastalık halinin ifadesi için başka dillerde birden çok sözcük kullanılmaktadır (İngilizcedeki, disease, illness, sickness gibi).

Tablo 1-1: Sağlık Kaynakları ve Riskleri **

SİSTEM SAĞLIK KAYNAKLARI SAĞLIK RİSKLERİ
insan
Biyolojik sistem İyi beslenme, bağışıklık durumunun iyi olması Kötü beslenme, enfeksiyonlara yatkınlık
Algılama sistemi Ego bütünlüğü,yeterli sağlık bilgisi, pozitif sağlıktutumları Yanlış bilgilenme ve uygun olmayan sağlık tutumları
Bütün olarak insan Duygusal denge, fiziksel uyum Genel kırılganlık
Sağlıkla ilgili davranışlar
Alışkanlıklar Sağlığa uygun alışkanlıklar Sigara, alkol, aşırı yeme,yetersiz egzersiz
İş Doyurucu ve stressiz iş Aşıırı çalışma, stresli ve thlikeli iş
Dinlenme Yeterli uyku ve dinlenme Yetersiz uyku ve yorgunluk
Sosyokültürel sistem
Sağlık kültürü ve Sağlıkla ilgili norm, değer, inanç ve yaşam biçimlerinin uygunluğu Sağlıkla ilgili değer, inanç,ve yaşam biçimi uygunsuzluğu
Sosyal bağlar Sosyal bağların güçlü olması Sosyal izolasyon, destek eksikliği
İş organizasyonu İş imkanı, olumlu iş ortamı, iş İşsizlik, iş stresi, iş ve meslek doyumsuzluğu
Sağlık hizmetleri,okullar Yeterli, ulaşılabilir sağlık bakımı Yetersiz ya da ulaşılamazve
Sosyo ekonomik yapı Yeterli gelir, sosyal güvence Kaynak yokluğu, eksikliği ya da dengesiz dağılımı
Fiziksel-biyolojik çevre
F0iziksel kaynaklar Yeterli yiyecek, güvenilir tüketim malları Yetersiz yada sağlıksız gıda, içki, sigara ve ilaçlara kolay ulaşabilme
Mikro-çevre Uygun barınma ve iletişim, Uygunsuz barınma,kalabalık,
Makro-çevre İyi iklim, korunan doğal çevre Çevre kirliliği, doğanın tahribi
Hastalık kavramının, özellikle kişi açısından taşıdığı anlam önemlidir. Çünkü kişinin sağlık hizmetinden yararlanabilmesi için onu hizmet aramaya yönelten normal dışı bir durumun olması gereklidir. Her insanın kendisini bir algılama biçimi, buna uygun olarak ta sağlık ve hastalık anlayışı vardır. İnsanların bedenleri ya da ruhsal durumlarındaki normal dışı belirti ve duygulara gösterdikleri tepkiler oldukça farklı olabilmektedir. Bu farklılık, kişinin içinde bulunduğu kültürün sağlık ve hastalık anlayışı ile, sağlık konusundaki bilgi düzeyinden kaynaklanmaktadır.
Bir genelleme yapmak gerekirse, hemen her kültürde, kendisini iyi hissetmeyen bir insan, önce iyilik halini bozan belirti ya da bulgunun nedenini kendi kendine açıklamaya çalışır. Daha sonra, yakın çevresindeki güvendiği kişilere açılır ve onların görüşünü alır. Bundan sonra, eğer normal olmayan durumunun bu konuda uzman bir kişiden yardım istemeyi gerektirdiği sonucuna varır ise, sağlıkla ilgilenen bir uzmana, örneğin hekime başvurur.
Özetle, insanın kendisinin hasta olduğuna kara vererek hizmet talebinde bulunması üç aşamalı bir süreçtir. Bu sürecin işlemesi, kültürden kültüre, kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir. Bazı toplumlarda, ağızda çürük diş bulunması bir hastalık kabul edilip hekime başvurmayı gerektirir iken, başka bazı toplumlarda, diş hekimlerinin bile kendi ağızlarındaki çürük dişlere aldırış etmemesi bunun tipik bir örneğidir.
ABD’de, farklı kültürlerin tıbbi açıdan aynı isimle adlandırılan belirtiler karşısındaki tepkilerinin incelendiği bir çalışmada, eski kuşak Amerikalıların, araştırıcıların beklediği tepkiyi gösterdiği, öte yandan Yahudi ve ülkeye yeni gelmiş İtalyanların aşırı tepki, İrlandalıların ise hiç tepki göstermediği görülmüştür. Belirtiler kaybolduğunda, Yahudi ve İtalyanlar arasında da farklılık ortaya çıkmış, İtalyanlar belirtilerin kayboluşuna sevinirken, Yahudiler karamsar kalmıştır. Araştırıcılar bu farklılıkların temelinde kültürel farklılıkların yani, sağlık ve hastalıkla ilgili bilgi, tutum, inanç farklılıklarının bulunduğu sonucuna varmıştır.
İnsanlardaki “hastalık davranışı”nı açıklamaya yönelik pek çok model geliştirilmiştir. Bunlardan birisine göre, kendisini iyi hissetmeyen bir kişi kendi kendine bir dizi soru sormakta ve bu sorulara verebildiği yanıtlar çerçevesinde hasta olup olmadığı sonucuna varmaktadır.

Bu sorular:

1. Ne oldu?

Belirti ve bulguları tanımlama çabasıdır.

2. Neden oldu?

Etyolojiyi anlama çabasıdır.

3. Neden bana oldu?

Kişinin rahatsızlığı ile davranışları, genetik yapısı, beslenmesi gibi çeşitli özellikleri arasında ilişki kurma çabasıdır.

4. Nedenşimdi oldu?

Rahatsızlığın zamanlamasını anlama çabasıdır.

5. Eğer hiçbirşey yapmaz isem bana neler olabilir?

Olası tehlikeleri anlama çabasıdır.

6. Eğer hiçbirşey yapmaz isem çevremde (aile bireyleri, iş ortamı, arkadaşlar, gibi) ne gibi sonuçlar ortaya çıkar?

Kişinin, sorumluluklarının ve ilişkilerinin neşekilde etkileneceğini anlama çabasıdır.

7. Ne yapmalıyım, ya da, kimden, nasıl yardım almalıyım?

Yeni durum karşısında strateji belirleme çabasıdır.

Başka bir yaklaşıma göre, “hasta olma”nın nedenleri, kişinin iç dünyası ve bedeni ile dışarıdaki dünyalar arasındaki bir etkileşimden kaynaklanmaktadır. Şekil 1-2′ de bu yaklaşımşematize edilmiştir.

Bu modele göre “hasta olma” için:

o İnsan’dan kaynaklanan:

beslenme, genetik yapı, kötü alışkanlıklar, kırılganlık, gibi,

o Doğal Dünya’dan kaynaklanan:

soğuk, sıcak, rüzgar, nem, mikroorganizmalar, allerjenler, toksik maddeler, radyasyon, gibi,

o Sosyal Dünya’dan kaynaklanan:

kişiler arası çatışmalar, sürtüşmeler, stres, nazar, gibi,

o Doğaüstü Dünya’dan kaynaklanan:

kötü ruhlar, cinler, tanrı tarafından cezalandırılma, yaptıklarının cezasını çekme, kötü kader, gibi, bir dizi etken söz konusudur

Bu etkenler tek tek etkili olabileceği gibi birkaçı birlikte de etki ederek sağlığın bozulmasına ve kişinin kendisini “hasta” hissetmesine neden olabilmektedir. Kuşkusuz kendisini “hasta” hisseden her insanın tıbbi anlamda hasta olması gerekmediği gibi, “sağlıklı” hisseden her insanın da tıbbi açıdan sağlam olması gerekmemektedir.

Örneğin, kan kollesterolü ya da kan basıncı yüksek olduğu halde, her hangi bir yakınması olmadığı için kendisini sağlıklı sayan pek çok insan vardır. Öte yandan, bir takım belirtiler nedeni ile hasta olduğunu öne sürdüğü halde tıbbi açıdan hiç bir olumsuz bulgusu bulunmayan insanlar da bulunabilmektedir.

İnsanların hastalık anlayışına bağlı olarak yararlandıkları sağlık hizmetleri de doğal olarak farklılık göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü, her yıl tüm üye ülkelerden elde edilen bilgilerin ışığında “Dünya Sağlık Raporu” yayımlamaktadır. 1998 yılı için yayımlanan rapordaki önemli sağlık sorunlarışuşekilde özetlenmektedir:

1998 Yılı dünya Sağlık raporundan 50 Gerçek:

NÜFUS

1. Dünya nüfusu 1955 yılında 2.8 milyar iken bugün 5.8 milyar olmuştur. Bu hızla her yıl 80 milyon artarak 2025 yılında 8 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir.

2. 1955 yılında dünya nüfusunun %68’i kırsal, %32’si kentsel kesimde yaşamakta iken 1995 yılında %55’i kırsal, %45’i kentsel kesimde yaşamakta idi. 2025 yılında ise dünya nüfusunun %41’I kentsel, %59’u kırsal kesimde yaşayacaktır.

3. 1997 yılı boyunca her gün yaklaşık 365 000 bebek doğmuş, 140 000 kadar insan ölmüş ve her gün dünya nüfusu 220 000 civarında artmıştır.

4. Bugünkü dünya nüfusunun 613 milyonu 5 yaşın altındaki çocuklardan, 1.7 milyarı 5-19 yaş arası çocuk ve adolesanlardan, 3.1 milyarı 20-64 yaş arası yetişkinlerden ve 390 milyonu 65 yaşın üzerindeki kişilerden oluşmaktadır.

5. Yetişkinlerin desteğine ihtiyacı olan yaşlı insan oranı 1955 yılında %10.5 ve 1995 yılında %12.3 iken, 2025 yılında %17.2 olacaktır.

6. 1955 yılında, 20 yaş altındaki her 100 genç insana karşılık 65 yaş üzerinde olan 12 yaşlı insan bulunmakta iken, yaşlı/genç oranı 1995 yılında 16/100 olmuş, 2025 yılında ise 31/100 olacaktır.

7. Tüm nüfus içerisinde 20 yaş altında olanların halen %40 olan oranı 2025 yılında %32’ye inecek, sayı olarak 252 milyonluk bir artış ile 2.6 milyara ulaşacaktır.

8. Bugün 390 milyon olan olan 65 yaş üzeri nüfus 2025 yılında 800 milyona ulaşarak toplam nüfusun %10’unu oluşturacaktır.

9. 2025 yılında gelişmekte olan ülkelerde özellikle de Latin Amerika ve Asya’da yaşlı nüfusun %300’e varan oranlarda artması beklenmektedir.

10. 1995-2025 yılları arasında 5 yaş altı nüfus yılda %0.25 artarken, 65 yaş üzeri nüfusun yıllık artış hızı %2.6 olacaktır.

11. Çocuk yetiştirme çağındaki kadın başına düşen ortalama bebek sayısı 1955 yılında 5.0, 1995 yılında 2.9 iken, 2025 yılında ise 2.3’e düşecektir. 1955 yılında nüfusun yerine konma sınırı olan 2.1 çocuk sayısının altına 3 ülke var iken 2025 yılında 102 ülke olacaktır.

YAŞAM BEKLENTİSİ

12. 1955 yılında ortalama 48 yıl olan doğuşta yaşam beklentisi, 1995 yılında 65 yıl olmuş, 2025 yılında 73 yıl olacaktır.

13. 2025 yılında doğuşta yaşam beklentisi 50 yıldan daha az olan ülke kalmayacağı tahmin edilmektedir.

14. Bugün çeşitli ülkelerde doğuşta yaşam beklentisi 45 yıldan az olan insan sayısı 50 milyondan fazladır.

15. Bugün toplam 120 ülkede doğuşta yaşam beklentisi 60 yıldan daha fazla olan 5 milyar insan yaşamaktadır.

16. 1975-1995 yılları arasında doğuşta yaşam beklentisinin düştüğü 16 ülkede toplam 300 milyon insan yaşamaktadır.

17. Bu yıl doğan binlerce insan 21. Yüzyılı yaşadığı gibi 22. Yüzyılı görmeşansını da yakalayacaktır. Örneğin Fransa’da 1950 yılında 100 yıldan fazla yaşayan 200 kişi var iken 2050 yılında bu sayının 150 000 olacağı hesaplanmaktadır, ki bu 100 yılda 75 kat artış demektir.

ÖLÜMLERİN YAŞ ÖZELLİKLERİ

18. 1955 yılındaki tüm ölümlerin %40’ı 5 yaş altında, %10’u 5-19 yaş grubunda, %28’i 20-64 yaş grubunda ve %21’i 65 yaşın üzerinde gerçekleşmiştir.

19. 1995 yılında tüm ölümlerin %21’i 5 yaş altında, %7’si 5-19 yaş grubunda, %29’u 20-64 yaş grubunda ve %43’ü 65 yaşın üzerinde gerçekleşmiştir.

20. 2025 yılında tüm ölümlerin %8’i 5 yaş altında, %3’ü 5-19 yaş arasında, %29’u 20-64 yaş arasında ve %63’ü 65 yaşın üzerinde olacaktır.

BAŞLICA ÖLÜM NEDENLERİ

21. 1997 yılındaki toplam 52.2 milyon ölümün, 17.3 milyonu enfeksiyon ve paraziter hastalıklar, 15.3 milyonu dolaşım sistemi hastalıkları, 6.2 milyonu kanser, 2.9 milyonu başta kronik obstrüktif akciğer hastalığı olmak üzere solunum sistemi hastalıkları, 3.6 milyonu ise perinatal nedenlerden dolayı olmuştur.

22. Ölüme neden olan başlıca enfeksiyon hastalıkları, akut alt solunum yolu enfeksiyonları (3.7 milyon), tüberküloz (2.9 milyon), ishalli hastalıklar (2.5 milyon), HIV/AIDS (2.3 milyon) ve sıtma (1.5-2.7 milyon)şeklindedir.

23. Ölüme neden olan başlıca dolaşım sistemi hastalıkları, koroner arter hastalığı (7.2 milyon), serebro vasküler hastalık (4.6 milyon) ve diğer kalp hastalıkları (3 milyonşeklindedir.

24. Ölüme neden olan başlıca kanser türleri, akciğer kanseri (1.1 milyon), mide kanseri (765 000) kolon ve rektum kanseri (525 000), karaciğer kanseri (505 000) ve meme kanseri (385 000)şeklinde sıralanmaktadır.

BEBEKLERİN VE KÜÇÜK ÇOCUKLARIN SAĞLIĞI

25. Son yıllarda 5 yaş altı ölümlerdeki çarpıcı düşüş sürecektir. 1955 yılında 21 milyon olan bu ölümler 1997 yılında 10 milyona düşmüştür.

26. Bebek ölüm hızı 1955 yılında binde 148 iken, 1995 yılında 59’a düşmüştür. 2025 yılında 29’a düşeceği hesaplanmaktadır. Benzerşekilde, 1955 yılında binde 210 olan 5 yaş altı ölüm hızı, 1995’te 78 olmuş, 2025’te 37 olacaktır.

27. 2025 yılında 5 yaş altında olan 5 milyon çocuğun öleceği hesaplanmaktadır. Bu ölümlerin %97’si gelişmekte olan ülkelerde ve malnütrisyonla birlikte pnomoni, ishalli hastalıklar nedeniyle olacaktır.

28. Halen yılda 24 milyon düşük doğum ağırlıklı bebek doğmaktadır. Bunlar genellikle erken dönemde ölmekte, yaşayanların önemli bir kısmı ise hastalıklı veya gelişme bozukluğu ile yaşamını sürdürmektedir.

29. 1995 yılında 5 yaş altındaki çocukların %27’si (168 milyon) olması gereken ağırlığın altında idi. İleri derecede büyüme geriliği olan çocuklardaki ölüm oranları normal ağırlıklı çocuklardan 5 kat daha fazladır.

30. Beş yaş altındaki çocuk ölümlerinin yaklaşık %50’si malnutrisyonla ilişkilidir.

31. Beş yaş altındaki çocuk ölümlerinin her yıl en az 2 milyonunu mevcut aşılarla önlemek mümkündür. Geriye kalan ölümler ise başka önlemleri gerektirmektedir.

BÜYÜK ÇOCUKLAR İLE ADOLESANLARIN SAĞLIĞI

32. 1997 yılında HIV ile enfekte olan 15 yaş altındaki çocuk sayısı 590 000’dir. HIV/AIDS enfeksiyonlarının yayılımı engelelenemez ise 21. Yüzyılda önemli çocuk sağlığı sorunlarının başında gelecek ve çocuk sağlığı alanında son 50 yılda kazanılanlar kaybedilecektir.

33. Çocukluktan yetişkinliğe geçişin tipik sorunları olanşiddet, alkol ve madde bağımlılığı, trafik kazaları, HIV ve diğer cinsel temasla bulaşan hastalıklar önümüzdeki yıllarda özellikle yoksul kent kesimlerinde yaygınlaşacaktır.

34. 1995 yılında 251 milyon olan 15-19 yaş genç kadın nüfusu 2025 yılında 307 milyon olacaktır.

35. 1995 yılında 15-19 yaş arasındaki genç kadınlar 17 milyon bebek dünyaya getirmiştir. Bu sayının 2025 yılında 16 milyon olması beklenmektedir. Bu yaşlardaki gebelik ve doğumlar hem anne hem de bebek için önemli riskler taşımaktadır.

YETİŞKİNLERİN SAĞLIĞI

36. Enfeksiyon hastalıkları gelişmekte olan ülkelerde başlıca sorun olmaya devam edecektir. Bu ülkelerin ekonomileri geliştikçe bulaşıcı olmayan sağlık sorunları ön plana çıkacaktır. Bu değişim büyük ölçüde “Batı” tipi yaşam biçimlerine ve bunun getirdiği, sigara içme, yağlı beslenme, hareketsizlik veşişmanlık gibi risk faktörlerine bağlı olacaktır.

37. Gelişmiş ülkelerde bulaşıcı olmayan hastalıklar sorun olmaya devam edecektir. Son yıllarda kalp hastalıkları ile inmelerde azalma olmakla birlikte bazı kanser türlerinden ölümlerde artış söz konusudur.

38. 1997 yılında AIDS nedeniyle 1.8 milyon yetişkin ölmüştür ve bu ölümler bir süre daha artarak sürecektir.

39. Yetişkinlerdeki 1997 yılında 143 milyon olan Diabet vaka sayısı 2025 yılında 300 milyona ulaşacaktır. Bu büyük ölçüde beslenme ve yaşam biçimine bağlı olan bir değişimdir.

40. Kanser, tüm dünyada önemli ölüm nedenlerinden birisi olamaya devam edecektir. Tüm kanser türlerinin sadece üçte birinden erken tanı ve etkili tedavi ile korunmak mümkündür.

41. 2025 yılında, sanayileşmiş ülkelerde azalmasa bile sabit kalması beklenen kanser riski gelişmekte olan ülkelerde artmaya devam edecektir.

42. Sigara içmeye ve sağlıksız beslenmeye bağlı olarak akciğer ve kolorektal kanser vakaları ile ölümleri artacaktır. Kadınlarda akciğer kanserine bağlı ölümler özellikle sanayileşmiş ülkelerde artacak, beslenme alışkanlıklarının, besinleri saklama koşullarının ve bunlarla ilişkili enfeksiyonların azalmasına paralel olarak mide kanserleri daha az görülecektir.

43. Sanayileşmiş ülkelerde erken tanı uygulamalarına bağlı olarak serviks kanserinde azalma beklenmektedir. Bu kansere gelişmekte olan ülkelerde 4 kat daha fazla rastlanmaktadır. Kansere karşı geliştirilebilecek bir aşı tüm ülkelerde önemli gelişme sağlayacaktır.

44. Pek çok ülkede Hepatit B’ye karşı yürütülmekte olan aşılama faaliyetleri sonucu karaciğer kanserinde azalma olacaktır.

45. Her yıl 20-64 yaş grubundan yaklaşık olarak 15 milyon insan ölmektedir. Bu ölümlerin çoğunluğu erken ve önlenebilir ölümlerdir.

46. Erken ölümler arasında her yıl gebelik ya da doğuma bağlı nedenlerle ölen 585 000 genç anne bulunmaktadır. Bu ölümlerin önemli bir kısmını önlemek mümkündür. Çok gebelik geçiren kadınlarda ölüm riski artmaktadır. Avrupa’da 1 400’de bir olan bu risk, Asya’da 65 ‘te bir, Afraka’da ise 16’da birdir.

YAŞLILARIN SAĞLIĞI

47. Kanser ve kalp hastalıkları 70-75 yaş grubu için tüm diğer yaşlardan daha önemli bir sorundur. 75 yaşın üzerinde görme, işitme, hareket ve mental duruma ilişkin sorunlar ön plana çıkmaktadır.

48. Dolaşım sistemi hastalıkları ölümlerinin